Türkiye kökenli sanatçılarımızın Almanya’daki etkinlik programlarına artık yetişmek güç. Yoğun bir üretim sürecindeler. Sanatın birçok alanında, edebiyattan sinemaya, kabareden müziğe, tiyatrodan resme kadar çok geniş bir alanda artık doğrudan Almanca üretimde bulunuyorlar. Burada özellikle Türkiye kökenli kadın sanatçıların verimliliği hepimizi şaşırtıyor. Örneğin Şenay Duzcu, bu yeni kuşağın çalışkan isimleri arasında yer alıyor ve ısrarla Almanya’nın yüzüne bir ayna tutuyor.
Şenay Duzcu sahneye çıktığında sadece güldürmüyor, izleyicinin içini iyice bir tersyüz ediyor. Önce seyircinin kahkaha patlatmasını sağlıyor, ancak hemen ardından izleyenler küçük bir suskunluğa düşüp, sarsılıyor. Çünkü anlattıkları yalnızca komik anıları değil, Almanya’nın göçmenlerle kurduğu sancılı ilişkinin ta kendisi.
Duzcu için “drama”, aslında tipik bir Türk kadını olmak değil. “Ailem için dram oydu. Ev hanımı olup bir Türk erkekle evlenseydim mutlu olacaklardı. Yapmadım. Kara koyun bendim” diyor. Bu kara koyunluk, sahnede patlayan kahkahaların hammaddesi olmuş. Onun gösterilerinde aile baskısı, toplumun beklentileri, kadın kimliğinin sıkışmışlığı hep acayip bir maskeyle çıkıyor seyircinin karşısına.

“BANA HİTLER DEDİLER”
2021’de sahneye koyduğu “Hitler bir Türk kadını mıydı?” hâlâ izleyenlerin aklında. Bir tren yolculuğu sırasında, sadece “Bisikletini düzgün park et!” dediği için yolcudan “Hitler” küfrü yiyen Duzcu, bu anı kafasında evirip çevirirken, kuliste takma kirpiği dudağına yapışıyor. O tuhaf anın içinden oyunun adı fırlayıveriyor: “Almanya’ya uyum sağlamak biraz abartılabilir.” Kahkahanın absürtle buluştuğu yer tam da burası.
ÇİFTE HAYATIN KOMEDİSİ: “SONDERSCHULE”DEN BERKELEY’E
Duzcu’nun hayat hikâyesi başlı başına bir kara mizah örneği. Disleksi nedeniyle sorunlu veya öğrenme güçlüğü yaşayan öğrenciler için kurgulanmış “Sonderschule”ye gönderilen küçük kız, üstün yetenek bursuyla Londra ve Berkeley’e, Türkiye’de ODTÜ’ye dek uzanıyor, mimar diplomasıyla ailesine dönüyor. Ama diplomasıyla çıktığı şantiyede Türk işçilerden şu lafı işitiyor: “İki hafta sonra gel, temizlik başlar.” İşte onun sahnesi, bu ikili hayatın çelişkilerini grotesk bir dansla önümüze koyuyor.
“Sonunda herkesi memnun etmeye çalışmaktan vazgeçtim” diyor. “Alman dünya görüşüne sahip bir Türk kadını ve Türk kökenli bir Alman Ayşe olarak çifte hayatımı utanmadan yaşıyorum.” İşte usta komedyenin bu sözü sanki hem kişisel hem kolektif bir manifesto gibi. Çünkü Duzcu sahnede sadece kendi hikâyesini değil, göçmen kadınların iki arada bir derede kalmışlığını dillendiriyor.

STUTTGART’TA “BEST OF”
25 Ekim’de Stuttgart’ın en önemli sahnelerinden Theaterhaus salonlarında sahnelenecek “Drama Türkin”, Duzcu’nun bütün oyunlarının güncellenmiş bir toplamı gibi. Aile dramları, kültürler arası çarpışmalar, kadın olmanın sancıları, göçmenliğin absürtlüğü… Hepsi sahnede birer grotesk maskeye dönüşüyor.
Şenay Duzcu’nun sahnesi, Almanya’daki göçmen kökenli sanatçının “bir ayağı içeride bir ayağı dışarıda” halinin ne kadar yaratıcı, yıkıcı ve dönüştürücü olabileceğini gösteriyor. Mizahıyla kültürler arasında gidip gelirken, aslında çok daha geniş bir sahne kuruyor: Burası Almanya’nın kendi kendini görmeye cesaret ettiği ayna.
Almanya’daki göçmen kadınların kimlik arayışını kendi sahne hikâyesiyle harmanlayan Duzcu, Stuttgart’taki gösterisi öncesinde sorularımızı yanıtladı. Mizahın krizleri örtüp örtmediğinden, kadın komedyen olmanın bedeline, Türkiye’deki stand-up deneyiminden yeni projelerine kadar samimi açıklamalar yaptı.
Kadın olarak sahnedeki mücadelesini ve Türkiye-Almanya arasındaki yolculuğuna ilişkin işte aktardıkları:
– Almanya’da Almanca yapılan Türk stand-up’ının öncü kadın ismisiniz. Erkeklerin domine ettiği bir sahnede, kimlik çatışmalarını kahkahaya dönüştürerek bir kapı açtınız. Bugün Kaya Yanar’dan Bülent Ceylan’a, binleri salonlara, hatta on binleri stadyumlara toplayan bir kuşak var. Sizce bu patlama tesadüf mü, yoksa yıllar önce bizzat göze aldığınız risklerin doğal sonucu mu? Kahkaha gerçekten kimlik krizini aşar mı, ne diyorsunuz ya da sadece üzerini mi örter?
ŞENAY DUZCU – Benim sahnemde hep ikilikler vardı: Kadın olmak, göçmen olmak, Türk olmak, Alman olmak. İnsanları güldürürken aslında o çatışmaların üzerine basıyordum. Bazen kahkaha yaraları kapatır gibi görünür, ama aslında onları daha görünür hale getirir. Kahkaha bence krizi örtmez, aksine bir büyüteçtir. İnsanlar gülerken aslında kendi acılarını fark eder. Dolayısıyla bu patlama tesadüf değil, risk alanların açtığı yoldur. Almanya’da göçmen mizahı artık büyük sahnelere taşındıysa, bu birikimin sonucudur.

– Sahnelerinizde hep şu ikilemi işlediniz: “Ne tam Almanız, ne tam Türk.” Bu cümle neredeyse bir kuşağın ruh halini özetledi. Ama yıllar sonra durum gerçekten değişti mi? Alman toplumu göçmenleri daha mı anlıyor, yoksa sadece önyargılar kıyafet mi değiştirdi? Sizce hâlâ aynı yaraları gülerek mi taşıyoruz?
ŞENAY DUZCU – Aslında hâlâ aynı yaralar var ama kıyafetleri değişmiş. Almanya’da göçmenlerin başarısı görünür hale geldi, ama önyargılar da daha sofistike oldu. Eskiden kaba saba söylenen şeyler bugün daha ince paketleniyor. Bu yüzden benim oyunlarımda hâlâ aynı çelişkiler çalışıyor. Seyirci, o yaraların sahnede dile gelmesini hem şaşkınlıkla hem de rahatlamayla karşılıyor. Çünkü gülerek taşıyoruz bu yaraları, ama aynı zamanda hiç unutmadığımızı da gösteriyoruz.
– Almanya’da Türk toplumunun yükselişi artık göz kamaştırıcı. Siz bu tabloya bakınca, yıllar önceki esprilerinizin hâlâ geçerli olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yoksa artık yeni bir mizaha, “başarıların mizahına” mı ihtiyaç var?
ŞENAY DUZCU – Elbette gurur verici bir tablo var. Türk kökenli siyasetçiler, sanatçılar, akademisyenler en üst pozisyonlarda. Ama bu başarı hikâyeleri aynı zamanda yeni bir mizahın malzemesi. Çünkü göçmenin sadece mağdur değil, güçlü ve belirleyici bir figür haline gelmesi de absürt yanlar içeriyor. Yani eski şakalar hâlâ geçerli ama üzerine yeni katmanlar eklendi. Başarıların mizahını da yapmamız gerekiyor.

– Kadın komedyen olmak hâlâ zor. Hele göçmen bir kadınsanız… Siz sahnede yalnızca seyirciyle değil, çoğu zaman kendi meslektaşlarınızın önyargılarıyla da savaştınız. Erkeklerin hâkim olduğu bu dünyada ayakta kalmak size neye mal oldu?
ŞENAY DUZCU – Bana çok şeye mal oldu. Öncelikle yalnız kalmaya. Çünkü kadın olarak sahnede güçlü durduğunuzda, bazı erkekler bunu tehdit olarak algılıyor. Göçmen bir kadın olduğunuzda ise iki kat zor oluyor. Ama ben buna rağmen vazgeçmedim. Ödediğim bedel belki dışlanmak, belki daha geç fark edilmek oldu. Ama kazandığım şey çok daha büyük: Sahnede özgür olmak. Ve bu özgürlük bana her şeye değer.
– Avrupa’da savaşın gölgesi büyüyor. Böyle bir atmosferde stand-up yapmak, seyirciyi güldürmek… Bu bir lüks mü, yoksa tam da bu karanlıkta kahkaha en politik eylem mi?
ŞENAY DUZCU – Bence tam da böyle bir zamanda kahkaha en politik eylem. İnsanlar karanlık haberlerle kuşatılmışken, sahnede onlara nefes aldırmak lüks değil ihtiyaç. Çünkü mizah sadece eğlendirmez, aynı zamanda direniştir. Belki bir gün kahkahamız gerçekten savaş karşıtı bir çığlığa dönüşür. Ve dönüşmeli de.

– “Drama Türkin” sadece bir eğlence değil, adeta bir hesaplaşma. Seyirci salondan bu kez gülerek mi çıkacak, yoksa tokat yemiş gibi mi?
ŞENAY DUZCU – Benim için ideal seyirci hem gülmüş hem de düşünmüş seyircidir. İnsanlar “Çok güldük” diye çıkıyorsa güzel ama çıkarken biraz da suskunluk varsa, işte o zaman hedefime ulaşmışımdır. Çünkü “Drama Türkin” sadece komik anların toplamı değil, acıların da sahneye taşındığı bir oyun. Seyirci kahkahalar atacak ama bir noktada kendi hayatına da bakacak. Evet, biraz tokat yemiş gibi ama aynı zamanda hafiflemiş olarak çıkacak. Üstelik “Drama Türkin” benim için sadece bir gösteri değil, bir yolculuk. Önümüzdeki yıl bu oyun dördüncü yılını dolduracak. Aslında pandemi döneminde başlamıştı, seyircisiz salonlarda, kısıtlamaların gölgesinde ilk kez sahnelendi. O zor zamanlarda yaşadıklarımızı mizaha çevirmek çok kıymetliydi. Şimdi ise bazı konuları güncelleyerek, seyircinin en çok sahiplendiği anları koruyarak adeta bir “best of” haline getirdim. 2025 boyunca bu versiyonla seyirciyle buluşuyorum. Dördüncü yıl tamamlandığında ise yepyeni bir gösteriyle sahneye çıkacağım. Yani “Drama Türkin” bir dönemi kapatırken aynı zamanda yeni bir kapı açacak.
– Sanat ile özel hayat arasındaki çizgi sizde hiç bulanıklaştı mı? Sahnede anlattığınız kimlik bunalımları, çatışmalar aslında sizin özel hayatınızı da şekillendirdi mi?
ŞENAY DUZCU – Kesinlikle. Benim sahnede anlattıklarım sadece birer espri değil, hayatımın içinden gelen şeyler. Acıyı, baskıyı, kimlik çatışmalarını yaşadım. Ama onları dönüştürdüm. Eğer hâlâ acı verseydi, anlatamazdım. Onları sahneye koymak, bana iyileşme imkânı verdi. Yani güldürdüğüm şeyler aslında hayatımın en acı yerlerinden doğuyor.

– Önümüzdeki aylarda sizi hangi şehirlerde izleyeceğiz? Yeni projelerinizde hangi risklere giriyorsunuz? Türkiye seyircisi için de bir planınız var mı?
ŞENAY DUZCU – Şu anda Stuttgart’ta “Drama Türkin” ile sahnedeyim. Önümüzdeki aylarda Almanya’nın farklı şehirlerinde turne olacak. Hagen, Hamm gibi şehirler var. Bunun yanı sıra yeni bir proje üzerine çalışıyorum, ismi üzerinde hâlâ düşünüyorum ama çok farklı bir konsept olacak. Ve evet, Türkiye benim için çok özel. İstanbul’da sahneye çıktım, çok güzel karşılandım. Türk seyircisi farklı şeylere gülüyor, mizah anlayışları da çok gelişmiş. Orada sadece büyük sahnelerde değil, açık mikrofon etkinliklerinde de yer aldım, genç komedyenlerle buluştum. Bu programlarda çok sıcak ilişkiler kurduk, seyirciden gördüğüm yoğun ilgi hâlâ devam ediyor. Kısa bir süre önce yine İstanbul’da sahneye çıktım ve o enerjiyi tekrar hissetmek bana büyük mutluluk verdi. Türkiye-Almanya hattında bu yolculuk sürecek, yeni projelerle de iki ülkede seyirciyle buluşmaya devam edeceğim.
– Gösterileriniz yıllarca hem Alman hem Türk seyircileri bir araya getirdi. Bugün profil değişti mi? Özellikle Türk seyirciye seslenirseniz, onlara hangi mesajı verirsiniz?
ŞENAY DUZCU – Almanlar ve Türkler farklı yerlerde gülüyor ama salondan herkes gülerek çıkıyor. Bu benim için çok kıymetli. Türk seyirciler bazen geç geliyor ama sonra bana, “Sizin bu kadar iyi olduğunuzu düşünmemiştim, bir kadın olarak güldürebilmeniz çok büyük” diyorlar. Bu söz beni çok mutlu ediyor çünkü önyargıları kırdığımı hissediyorum. Türk kadınlarına da şunu söylemek isterim: Biz her şeyi başarabiliriz.
IŞIN ERTÜRK
