Ana SayfaEDEBİYATBir Köln romanı: “Tutunamayan” Musta ile Sonja’nın sevgi ışığı Iris

Bir Köln romanı: “Tutunamayan” Musta ile Sonja’nın sevgi ışığı Iris

Birkaç yıl önce, büyük bir Alman yayınevinde ilginç, ama nedense pek tartışmaya yol açmayan, aslında açması gereken bir roman yayımlandı. Tüm olumsuz koşullara rağmen sevginin kurtardığı bir küçük kızın romanı bu: “Für euch” (Sizler için). Yazarı Iris Sayram.(*) Malum, “iris” iki dilde de aynı anlamı taşıyor. Baba “Musta” bu isimde ısrarcı, çünkü Almanya’da Türkçe bir ismin küçük kızına yaşamı boyunca hep engeller çıkaracağı kanısında. Roman böyle duyarlıklar da içeriyor. 

Ne mi oluyor?

Köln’ün Friesenviertel mahallesinde genelevler, barlar ve uyuşturucu bağımlıları arasında hayata tutunmaya çalışan bir çiftin dünyasına bir ışık gibi küçük Iris doğuveriyor. Babanın pek istemediği, ama anne Irmtraud’un (veya Sonja’nın) hep kara gözlü bir bebek arzusundan kaynaklanan bir doğum bu. 1975’teyiz. Yoksul ve çarpık yollara da bulaşmış, ama orada kendisini tümüyle kaybetmemeyi bir biçimde becermiş iki iyi insanın dünyasını aydınlatan küçük kız, yetişirken yaşadığı bütün yoksunlukları, parasızlık yüzünden defalarca kesilen elektrikleri, uyuşturucu ve kumar bağımlısı babayı, ekmeğini fahişelik benzeri işlerle kazanan, HIV darbesi bile alan, bu arada küçük hırsızlıklar yüzünden hapse giren, ama kızını da okuması için hep destekleyen anneyi tanıyor. Iris Sayram, çocukken Köln hapishanesinde şehir kütüphanesinden daha fazla zaman geçirdiğini yazıyor. 

ZENGİN ALMANYA’NIN ACIMASIZ YÜZÜ

Bugün ARD ve RBB gibi büyük Alman kamu televizyonlarının haber programlarında siyasi/hukuki analizler de yapan, ödüllü bir gazeteci ve hukuk alanında doktora sahibi Iris Sayram, “Für Euch” adlı biyografik romanında, kariyerinin öyküsünü anlatıyor. Zengin Batı Almanya’dayız.

Belli bir çevrenin dışında bu kitabın Türk ve Alman dünyasında bir yankı yarattığını söyleyemeyiz. Oysa derdini akıcı bir biçimde anlatabilen bir metin karşısındayız. Öykü de son derece ilginç, tamam, ama anlaşıldığı kadarıyla bunu andıran binlerce öykü var bu ülkede, başrollerini Türkiye kökenlilerin ve “saf” Almanların başka milliyetlerle paylaştığı…

Roman, eğer mutlaka özet vermek gerekirse, genelevlerin, uyuşturucu satıcılarının, barların, fahişelerin ve bağımlıların ortasında geçen bir çocukluktan çok böylesi bir ortamda her şeye rağmen korunan sevgiyi, sevginin koruyucu gücünü işliyor. 

Baba Mustafa Sayram, bir türlü dikiş tutturamayan, bir süre Ford’un üretim koşullarının korkunçluğu ile ünlü ve 1973’teki ünlü “Türk grevi” tepkisine yol açan Köln’deki fabrikasında çalışıyor. Ama dayanamıyor. Zaten pek gönlü de yok öyle disiplinli çalışmaya. Küçük kumar oyunlarıyla, bu arada özellikle tedavilerinden kaynaklanan uyuşturucu bağımlılığıyla, sosyal yardımla falan yaşamaya çalışan bir “loser” Mustafa Sayram. 1956 yılında Kayseri Lisesi’nden mezun oluyor, ama galiba 27 Mayıs çevresinde öğrenci olaylarına da karışıyor ve hukuk öğrenimi hayallerini gerçekleştiremiyor. Bu arada evli bir kadınla ilişkisi nedeniyle ortalık karışınca, muhtemelen ailesi tarafından Almanya’ya gönderiliyor. Burada kumar ve keyif verici maddeler de devreye giriyor. Tutunamıyor bir türlü.

Küçük Iris, başlı başına bir büyük roman olan annesi Irmtraud ile onun nazizm kokan ismini aile ve dost çevresinde Sonja olarak değiştiren Musta’nın dünyasına bu ilginç annenin küçük bir oyunuyla giriveriyor. Sonja, Musta’nın değil kendi duygularını izleyerek, doğum kontrol haplarını tuvalete döküyor ve isteyerek doğurduğu bu son ışığını hep destekliyor. Kendisinden vererek. Küçük ailede küçük Iris’e büyük bir sevgi var. Baba Musta da anne Sonja da öyle. Ancak baba, Sonja kadar dirençli değil. Sonja, muhtemelen vücudunu da satarak veya kiralayarak, bazen küçük hırsızlıklar da yaparak, bu arada hapislikler yaşayarak, Iris’i ayakta tutmaya çalışan bir gizli kahraman. 2019’da ölmeye yatan annesini şu satırlarla anlatıyor Iris: 

“Tuvalet görevlisi olarak yaptığın iş, en kirli iş değildi. Her gün. İster hasta ister sağlıklı ol, fark etmiyordu. Hiçbir şeyin yoktu, sokakta bile yatıyordun ve polisle her zaman sıkıntı yaşıyordun. Sonuçta, sadece kimsenin senden çekip alamayacağı şeyleri satabilirdin: Vücudunu. Bunlardan birçok yara aldın. İzleri kaldı, hastalandın. Sen hiç şikâyet etmedin. Mizah duygunu bile kaybetmedin. Bunca yıl nasıl idare ettin? Her zaman ‘sizler için’ derdin. Ama uzun süre bunu ne kadar gerçek anlamda söylediğini ve benim için neleri feda ettiğini anlamadım. Ta ki bu hafta sonuna kadar.”

İşlek bir üslupla kaleme alınmış bu romandan iyi bir film veya dizi film çıkacağı açık. Ayrıca Türkçeye de vakit yitirilmeden çevrilmesi iyi olurdu. Ama yapılmış değil. Belki Iris’in babası Mustafa’nın ailesinin rencide olacağını düşünenler nedeniyle henüz yapılmış değil. Ya da, ki bu daha yakın ihtimal, böyle bir romanın Almanya’da yaşayan ve bazı kaynaklarda çoktan 4 milyonu aştığı belirtilen “Türkiye kökenliler” için konu olduğu bile kuşkulu: Haberleri yok yani.  

Ama en başa saralım. Şöyle: Almanya’da en büyük ikinci dil Türkçe. Kökleri Türkiye’de ve Türkçeli diyebileceğimiz bir toplumun içinden çıkan genç kuşak yazarlar, sanatçılar yoğun bir biçimde Almanca yazıyor. Böyle ve kadın ağırlıklı, fakat bir biçimde “Türkçeli” bir genç yazar kuşağı sahnede artık. Çok verimliler.  

TOPLUMUN ÇEPERLERİNDE HAYATA TUTUNMAK

1970’lerde doğanların özellikle edebiyatta ve akademik araştırmalarda hareketlendiği biliniyor. 1960-1980 arasında etkin, sonradan öğrenilmiş bir Almancayla yazanlardan (Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Emine Sevgi Özdamar vs.) çok farklı bir kuşak bu. Doğrudan Almanca yaşıyor ve yazıyorlar. Bazıları, tıpkı Iris Sayram gibi, son derece kıvrak bir Almancayla yazıyor. Kıvraklık, tesadüfen seçilmiş bir vurgu değil. Bizimkilerin böyle bir yeteneği var. Nitekim bu yazı mesleğiyle yakın akraba olan kabare dalında örneğin, çok başarılı bir mizahçı-kabareci genç kuşak da yetişti: Kaya Yanar, Serdar Somuncu, Fatih Çevikkollu, Bülent Ceylan, Django Asül, Özcan Coşar, İdil Baydar, Meltem Kaptan gibi isimler doğrudan Almancanın içine doğmuş, Almanca düşünen ve Türkçeyi kısmen yardımcı dil olarak kullanan bu kuşağın öne çıkmış birkaç ismi… Almancayı hamur gibi yoğuran “Türkçeli” insanların oluşturduğu bu liste çok uzun… Yazarlar da öyle. Ancak ilgilenen pek yok… 

Tekrar roman: “Für euch” bir biyografi aslında. Bugün artık 50 yaşındaki bir kadının çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki sıkıntılarının öyküsü. Sayram, birçok ismi ve işlevlerini romanda değiştirdiğini ama son tahlilde gerçeklere bağlı kaldığını yazıyor. Son derece ilginç bu yaşantının dökümü, usta bir kurguyla ve gayet kıvrak bir dille yapılıyor romanda. İleri yaşlarında çocuk sahibi olan Mustafa Sayram ile Irmtraud veya Sonja’nın ışığı küçük Iris: Baba ve anne, toplumun çeperlerinde yaşıyor, küçük yasadışılıklarla, üçkağıtlarla, hatta hırsızlık ve fahişelikle ayakta durmaya çalışıyor. Özellikle anne gerçekten büyük fedakârlıklar yaparak kızının hukuk doktoru olmasını sağlayan kanalları açabiliyor. 

Iris Sayram’ın bir içdökümü olarak formatladığı, ama dili ve roman kahramanlarının tasnifiyle gerçekten belli bir düzeyi aşabilmiş romanında, birden çok tip, dolayısıyla birçok roman yattığını ve bunların maalesef boş bırakıldığını ekleyelim. Sayram, ilginç biyografisine hizmet etmeyecek ayrıntılarla kendi kurtuluşunu anlatıyor aslında. Çok az kişiye nasip olan bir kurtuluş hikâyesinin sergilendiği bu romanda ağırlık anneye verilmiş gerçi, ancak onun kızına olan sevgisi dışında, nasıl bir yaşantıya sahip olduğunu pek bilemiyoruz. Baba “Musta”, yani Mustafa Sayram da öyle… 

Oysa, sadece Musta’nın yaşamı başlı başına bir macera. Bir internet taramasında çok küçük bir bilgi kırıntısına ulaşmak mümkün oluyor. Tekrar ve şöyle: Haylaz bir öğrenci olduğu anlaşılan Mustafa Sayram, 1956 yılında dışarıdan sınavlara girerek Kayseri Lisesi’nden diploma almayı başarıyor. Hukuk okumak istiyor. Muhtemelen 27 Mayıs çevresinde bazı olaylara da karışıyor. Ailenin Orta Anadolu’da bir siyasi ağırlığı olduğunu romandaki bir bilgiden de çıkarabiliyoruz. Yine romanda kısaca değinildiği gibi, çok gençken evli bir kadınla ilişkisi ortaya çıkınca o dönemin Türkiye’sinden galiba ailesi tarafından uzaklaştırılıyor. Anlaşılan öyle. Almanya’ya geliyor. Biraz Almanca bildiği anlaşılıyor geldiğinde. 

BABA MUSTA VE “TÜRK GREVİ”?

Yıllarca Köln’deki Ford fabrikasında çalışıyor Musta, biraz maymun iştahlı, nitekim Iris daha çocukken, Sonja ile beraberliğini yürütemiyor ve ayrılıyorlar. Ama küçük Iris, bu iki geç kalmış anne ve babanın gözbebeği olmayı sürdürüyor. Sosyal yardımlarla, küçük kumar oyunlarıyla, hatta küçük keyif verici madde pazarlaması bile yaparak, bu arada sürekli “enselenme” tehlikesi de yaşayarak ayakta duruyor Musta. Köln’deki ünlü Ford fabrikasında egemen olan acımasız çalışma koşullarının da zorlamasıyla iyice kapıldığı ağrı kesici ve keyif verici maddeler giderek tam bir bağımlılığa dönüşüyor. Bu bağımlılıktan kurtulmak için zaman zaman özel tedavilere de başvurduğu belirtiliyor. Bunlar, Sonja ile ayrılmasının nedeni. Ancak Sonja da çok daha farklı değil. Yalnız kitapta ayrıntısı verilmeyen işlerle, genelevlerde, diskolarda tuvalet bekçiliği, temizlikçilik vs. yaparak bir biçimde kendisini ve kızını ayakta tutabildiği anlaşılıyor. Musta, bağımlılığın yol açtığı hastalıklarla ve görece çabuk ölüyor. Anne Sonja ise 2019’da ve onun öncesinde HIV dahil bağışıklık sistemini çökerten dönemler geçiriyor. Bunlar kitapta var. 

Yukarıda değinir gibi olduk: Anne Sonja’nın hikâyesi, yazarın sansüründen kurtulamamış görünüyor. Babanınki de öyle. Ancak Iris Sayram zaten öncelikle kendi yetişme koşullarını ve ruh hallerini anlatmayı amaçlıyor. Yoksullukla mücadele yöntemi, hırsızlıklar, masum uyuşturucu satışları, tuvalet temizleyiciliği, bekçilik, fahişelik, kitapta ayrıntılı verilmiyor. Bunu normal karşılamak gerek. Sonuçta erkeklerle para karşılığı birlikte olarak da kızının yaşamını ve öğrenimini finanse eden 1939 doğumlu bir anne hakkında “işiyle ilgili ayrıntılı bilgi” böyle bir romanın konusu olamazdı. Daha önemlisi şu: Bu, bir yoksullukla mücadele yöntemi ve biz, dünyanın en zengin ülkelerinden birindeyiz. 

Iris, Alman toplumunun, özellikle de burjuva değerlerin egemenliğinde çok zor zamanlar geçiriyor. Babasının kumar ve uyuşturucu bağımlısı bir Türk olmasını ve annesinin de “işini” saklayarak, yani onlardan utanarak, ama onları da çok severek geçmiş bir çocukluk ve gençlik bu. Büyük travmalar doğuruyor olmalı.  

Daha önemlisi: Alman toplumunun bir sürü açığına cüretli bir biçimde ve küçük Iris’in ruh hallerinden hareketle dikkat çekiliyor romanda. 21’inci yüzyılın “education sentimentale”lerinden biri bu. Duyguların eğitimi, evet. Yazar eğer içdökümü tuzağını aşabilseydi, daha sansasyonel bir başarıya tanık olabilirdik. Ama yine de hoş bir metinle, en zor koşullarda bile bir başarı yakalanabileceği anlatılıyor. Sayram, bunun bir kişisel şans olduğuna dikkat çekiyor verdiği mülakatlarda ve toplumsal bir sorunla, çocukların ve gençlerin eğitiminde büyük boşluklar olduğuna işaret ediyor. Fincancı katırlarını ürkütmeden, usturuplu bir dille toplumsal yapının acımasızlığını eleştirmiş oluyor.  

Sayram, bu tarz romanlar yazabilir ve iç sansürünü dizginleyebilirse, gerçekten önemli bir edebi başarı yakalayabilir. “Für euch”taki sadece yan karakterler bile böyle bir potansiyelin varlığına dikkat çekiyor. 

Ama biz buradakilere bakalım: Mustafa Sayram, yakın çevresine göre Musta, başlı başına bir tip aslında. Bütün umutları ve yenilgileriyle. Almanya’da milyonlarca Musta var, kökleri Türkiye’de olan. Liseyi dışarıdan bitirmiş, hukuk okumak istemiş olmamış, Almanya’da işçilik yaparken siyasi karikatürler çizebileceğini düşünüyor ve çiziyor da romandan anladığımız kadarıyla. Küçük kızına da gösteriyor bunları. Essen’de kısa bir süre mühendislik için üniversiteye devam ettiğini okuyoruz. Fakat en önemlisi, Köln’deki Ford fabrikasının acımasız koşullarında çalıştığını öğreniyoruz. O nedenle sağlığını yitirdiği de anlaşılıyor. Muhtemelen 1973’te bir hafta kadar süren  korsan grev veya “Türk grevi” sırasında Köln’deki Ford fabrikası çalışanlarından biri olmalı. 

Iris Sayram, babasının Türkiye’deki ailesinden gördüğü sevgiyi de Almanya’daki soğukluklarla karşılaştırmayı ihmal etmemiş. 

Romanda çok zengin yan karakterler var. Sadece güçlü ve sevgi dolu anne, güçsüz ve sevgi dolu baba değil, roman boyunca karşımıza çıkan karakterler de iç dünyası dolu ve kalemi güçlü bir yazarı haber veriyor. Söyledik: Kıvrak, okuru hemen içine çekebilen bir dil bu. Her yazarın harcı değil. 

TÜRKİYE KÖKENLİ  KADIN YAZARLARIN BAŞARISI

Eklenecek iki not var.  

Bir: Kökleri Türkiye’de olan ve Almanca yazan kadınların, ancak aynı durumdaki erkeklerden çok daha girişken, kalıcı ve başarılı, çünkü çalışkan olduğu bir Almanya burası.

İki: Avrupa’nın merkez ve hegemon ülkesi Almanya’da böyle neredeyse milyonlarca hikâye var. Sadece Türkiye kökenliler açısından bile böyle bu. Sorun, bu hikâyelerin hiçbirine Türkçe veya Almancada yeterli ilginin gösterilmiyor olması. Oysa bunlar, iki toplumun ne denli iç içe geliştiğini ve yerleşik toplumsal yapıların acımasızlığını açık eden yaşantılar. Münferit şeyler değil. Aslında büyük hikâyeler. 

Peki, altyapıdaki bu (“küçük”) hikâyeler, üstyapıdaki hikâyelerle, yani siyaset, ekonomi ve kültür alanında sivrilenlerin (“büyük”) hikâyeleriyle iç içe geçişleri de tetiklemiyor mu? Öyledir. Bir basınç alışverişi var mutlaka. Yukarıdan (siyasetten vs.) aşağıya (çalışan sınıflara) doğru bir enerji akışı var gerçi, ama tersi çok daha doğru: Halk yığınlarındaki sıradan insanların, çalışan yoksul milyonların iç içe geçmiş hayat çizgileri yukarı katlardaki hesapları mutlaka “vurur”, bırakın etkilemeyi… 

Sonuç mu? Şöyle: Burası, yani Almanya ve Almanya’daki Türkiye ile uzaktaki “anavatan” çok farklıdır. Fakat müthiş sürprizlerle dolu bir okyanustayız. Sadece “Deniz Feneri” ve onlarca benzerini de besleyen vurgunların serpildiği bir okyanus değil, olağanüstü zenginliklerin, milyonlarca insanın hikâyesini de içeren bir okyanus. Türkçe ve Almancanın, iki “edebi” dil olarak bu zenginliğin bırakın hakkını vermeyi farkında bile olduğu söylenemez. 

İç içe yazılması gereken tarihler, diyoruz: O zaman ağırlığı insanlar arasındaki ilişkilere vermek ve oradan (bilimsel-edebi-sanatsal) bağlara yönelmek daha doğru olmaz mı? 

Bu sorunun yanıtı henüz verilmiş değil. Ama “yenikultur.de” de dahil olmak üzere giderek kıpırdayan, arayan insanların çoğaldığını söyleyebiliriz. Sayısı artan festivaller, kökleri Türkiye’de olan ve özellikle kadın yazarların Almanca kaleme aldığı kitaplar, etkinlikler bu arayışlara örnek verilebilir. 

Ama Iris (veya Türkçe yazımıyla İris) Sayram’ın bu kitabı çok daha başka ve doğrudan Türkiye ile ilgili girintiler, anaforlar da içeriyor. Yalnız kalmayacağı yayımından üç yıl kadar sonra kesinleşmiş gibidir. Doğrudan gelişkin bir Almanca ile yazan “Türkçeli” çok yayın ve yazar ortaya çıktı çünkü son dönemde. Bu, yeni bir durum. 

OSMAN ÇUTSAY 

GÖRSEL: Ömer Yaprakkıran 

FOTO: @irisma8 

(*) Iris Sayram, Für euch, Claasen Verlag, Berlin 2022. 

SOSYAL MEDYA

DUYURULAR