Ana SayfaGÖRSEL SANATLARDünyamızın içinde bir yeni dünya kurmak: Yıldırım Denizli’nin şakası 

Dünyamızın içinde bir yeni dünya kurmak: Yıldırım Denizli’nin şakası 

Yıldırım Denizli, böyle bir başlık altında ve toplu olarak Ratingen’de sergilemişti. Sergi, bizi, hızla dinselleşen ve kararan dünyamızın algılanmasına bilgi ve bilimden hareketle müdahale eden, aydınlık bir sanatçı ile karşı karşıya bırakıyor. Denizli, son derece somut, bilinen, hatta kemik, tüy, tahta, plastik, metal, boya gibi “atık” malzemenin yardımıyla yaşadığımız dünyayı yorumluyor. Yaptığı ve önümüze koyduğu bu dünya aslında günlük yaşantımızın dışında değil, çünkü onu oluşturan şeyler; zaten Yıldırım Denizli’nin bütün malzemesi, içinde yaşayıp gittiğimiz bu dünyanın parçalarından oluşuyor. 

Belli bir kategoriye sığdırmanın çok güç olduğu bütün bu yapıtlar, özellikle dünyayı “kafaya alan”, hatta sanatçının hem kendisiyle hem de çevresindeki insanlarla açıkça alay eden bir tutumun ürünüdür. Böyle “şakacı” bir tutum var, ama mistikleştirme, karartma asla yok. Rasyonel bir sahnedir kurulan. 

Sanatın önemli tuzaklarından birine düşmemeyi, çok rasyonel bir duruşla başarıyor Ratingenli sanatçımız. İlginç bir gözle ve en az onun kadar ilginç ve çalışkan ellerle, cin gibi bir zekâyla karşı karşıyayız. 

1972 yılında, o zamanki adıyla, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitiren Yıldırım Denizli, çok genç bir adam olarak kendini daha da geliştirmek üzere Federal Almanya’ya geldi. Burada, 1973-1978 yılları arasında “Staatliche Kunstakademie Düsseldorf / Freie Kunst-Bildhauerei” (Devlet Güzel Sanat Akademisi) bünyesinde özellikle heykeltıraşlık dalında bilgisini ve çalışmalarını derinleştirdi. 1978 yılından bu yana serbest sanatçı olarak Ratingen’de yaşıyor. 

Yıldırım Denizli, o zamandan beri tek başına olsun grup halinde olsun birçok sergide yapıtlarını sergiledi. Yalnız başına ilk sergisini 1988’de Essen’de açtı. Bunu sonraki yıllarda Soest, Bochum, Köln, Düsseldorf, Bergkamen, Duisburg ve özellikle de Ratingen Şehir Müzesi’ndeki sergiler izledi. Denizli, özellikle 2000’li yıllarda çok sayıda ortak sergiye katıldı. Yapıtlarına özel koleksiyonerler dışında bazı kamu kurumlarının da talip olduğu, satın aldıkları biliniyor. 

İyi de, Yıldırım Denizli ne yapıyor? 

Kuşkusuz, görünmeyeni görünür kılıyor ve böylece, bilinmez sanılanların bilinebilir olduğunu gösteriyor. Bu, son derece insani bir tutumdur ve aslında hepimizde biraz vardır. Ama Denizli, eline geçirdiği her cins malzemeyle, dışımızdaki ama bizi de içeren dünyanın ortasında, bu dünyanın Denizli’nin tercümesinden geçmiş bir resmini vermeye çalışıyor. Biraz şaşırtıcı bir resim bu, kabul etmeliyiz. Zeki bir gözlemin ve dalga geçebilme duygusunun da etkisi hissediliyor. Yöntemler, malzemeler, izler iç içe geçmiştir. 

Ama aydınlanma düşüncesi, bir yanıyla insanın kendisine ve hemcinslerine şaşırması da değil miydi? 

Öyledir ve aslında, bu son sergi kitapçığının altbaşlığından hareketle, ne demek istediğimizi daha rahat anlatabiliriz: Johann Wolfgang von Goethe’ye ait “Man sieht nur das, was man weiβ” (İnsan sadece bildiği şeyi görür), böyle bir belirleme, Yıldırım Denizli’nin yaratı veya üretim sürecinde bilgi ve bilimsel bakışın dünyayla kurulan ilişkideki rolünü açığa çıkarması açısından önemli. Çünkü sergideki yapıtlar kadar, bu saptama da Yıldırım Denizli’nin rasyonel olanın temel edinilmesine biçtiği önemin altını çiziyor. Rasyonel veya daha bir Türkçesiyle “akılcı” olanın böyle vurgulanması, sanatçının kendisini nerede gördüğüyle yakından ilgili. Denizli, sadece yanıtlarıyla değil, tartışmaya açtığı konularla da aydınlanma düşüncesinin izinde ve onun bir ürünü olduğunun altını çizmiş sayılmalıdır: Sanat, mistik bir anlaşılmazlık veya sisli bir rüya değil, son derece somut bir insani ilişkidir Denizli’ye göre. O halde, dışımızdaki dünyayı anlamak istiyorsak, onun bilgisinden kaçmamayı da öğrenmemiz gerekiyor. Sanat ile bilgi arasındaki akrabalığa bu eşine pek sık rastlanmayan vurgu, bugün hızla dinselleştirilen bir dünyada tuhaf karşılanabilir. Ama Denizli, bu tuhaflığı tuhaf buluyor ve şakacı bakışında, yapıtlarında, bu şaşkınlığın payını da saptayabiliyoruz. 

Dolayısıyla yine sergi kitapçığına çok ilginç bir giriş kaleme alan gazeteci-yazar Ulli Tückmantel’in de belirttiği gibi, Goethe’nin 1798’de yazdığı ve bizim biraz ferah bir çeviriyle “İnsan bir şeyi bilirse, onu görmeye başlar” diye çevirebileceğimiz saptamasından hareketle, sanat yapıyor. Aydınlanma düşüncesinin bu büyük ismi, 1819’da, bir mektubunda “Sadece önceden bilinen ve anlaşılan bir şey, görülebilir,” diye de yazmıştı. Tückmantel, buna da dikkat çekiyor. 

Bilmek ve görmek, birbirinden ayrılmaz iki müdahale demek ki. 

Avrupa düşüncesinin bu büyük isminin yaklaşık 200 yıl önceki vurguları, bugün nerelerde takılıp kaldığımızı acıyla görmemize yol açıyor. Hızla bir yeni ortaçağa itiliyoruz. Bilginin aşağılandığı, eşitliğin yok sayıldığı, aptalca bulunduğu bir yeni “kahır dönemi” sanki. Dünya kötülemiş ve sislenmiştir; durum hiç de iç açıcı sayılamaz. Yıldırım Denizli, biraz da önümüzde açılan bu karanlık uçuruma dikkat çekmek için çaba harcıyor olmalıdır. 

“Yaşayan bir varlığın dış yüzeyine bakış, izleyiciyi şaşırtır” diye uyaran Goethe’nin, bu uyarının hemen ardından “İnsan ne biliyorsa onu görmeye başlar” vurgusu, rasyonel ve bilinebilir olana bu yakınlık, aradan bu kadar yüzyıl geçtikten sonra da, Türkiye’nin Erzurum ilinde doğup büyümüş ve İstanbul’da üniversiteyi bitirmiş, sonra da Almanya’da kariyer yapmış bir aydını anlatıyor. 

Ratingen’de ilginç ve bilgilendirici sorularla yüklü bir sergi, durumumuzun hiç de iç açıcı olmadığının altını çiziyor. Tamam. Ama bu çıkmazda takılıp kalmayacağımızın da ipuçlarını veriyor. 

Dünya bilinebilir ve sanat, bu bilgi işlemlerinin bir hizmetkarıdır. Biz buradan, sanatın bir türev olduğu sonucunu da çıkarabiliriz. Denizli, sanatın bilgiyle aydınlanmış ve aydınlatan bir uğraş olduğunu yapıtlarıyla kanıtlıyor.  

Belki de çok başka bir şeydir. Ama Yıldırım Denizli, son 30 yılda ürettikleriyle, bize böyle saptamalarda bulunma hakkı da tanıyor. Sanat bilinebilir bir şeydir, dünya bilinebilir bir şeydir ve bilgi, her insanın biraz çaba göstermesi halinde üzerinde taşıyabileceği bir ışıktır. 

ÖMER YAPRAKKIRAN – OSMAN ÇUTSAY

 

SOSYAL MEDYA

DUYURULAR