Türkiye dışında yaşayan, uluslararası arenada kendini “otorite”, referans isim olarak kabul ettirmiş Türk veya Türkiye kökenli bilim-kültür insanı bulmak gerçekte sanıldığından çok daha zordur. Fransa’da geçtiğimiz yüzyılda yaşamış veya yaşayan bu çapta kişiliklerin sayısı da kolay kolay iki elin parmak sayısını geçmez. Hele bu tanımı fen bilimleri ve de siyasi “angajman” gibi ölçütlerle daraltırsak, 24 Aralık 2010’da yitirdiğimiz Fahrettin Petek’in değeri daha da iyi anlaşılır.
Fahrettin Petek benim için yalnızca Neriman Hanım’ın eşi, Gaye’nin babası, Kerim’in dedesi değildi. Fransa’da onu yakından tanımış olma keyfine eren, şansına kavuşan her Türk’ün, hatta Türkiye kültürüne, Türkçeye biraz vakıf olan herkesin, hepimizin “Abi”siydi. Onun bu özelliği kuşkusuz bir tek Fransa’da yerleşik Türk toplumunun en yaşlı (erkek) kişiliği, duayeni oluşundan kaynaklanmıyordu.
“Beni kâğıt üstünde apatrid-vatansız kılanlardan bir tanesi, bu memlekete (Türkiye’yi kast ediyor-U.H.), insanlığa benim yarım kadar hizmet etmişse, ben hemen kendimi şu pencereden atarım.”
Anayurdundan 40 yıl uzaklaştırılmanın yarasını ömür boyu taşıdı. Bunu yapanları asla affetmedi. Ancak zorunlu gurbetin ne öncesinde, ne sırasında, ne de sonrasında hiç kimse onun gönlünü, kişiliğini dağlamış vatanından, tutkulu yurt sevgisinden kopartamadı. Fahri Abi’yi 1989’dan önce tanısaydınız, bu adamın 40 yıl, 1949-1989 arasında bir tek defa bile Türkiye’ye ayak basmamış olduğuna inanamazdınız. Ne zaman oralardan, İstanbul’dan, İzmir’den söz edilse gözleri dolardı. Her daim buram buram Akdeniz, Anadolu kokan bir insandı. Her gittiği yere, her girdiği meclise bir Türkiye, Ege havası götürürdü. Türkiye’ye olan bağlılığı, söylemde “milliyetçi” geçinen nicelerinin katbekat üstündeydi. Onun için de “Abi”mizdi.
Yukarıda yazdıklarımızdan sonra onun Fransa’ya olan sevgisini sınırlı sananlar, Fransa’da sadece iyi ve insanlığa yararlı bir meslek icra etmek, ekmek parasını çıkartmak ve soyut bir Türkiye düşüyle yaşamak olduğuna inananlar, çok ama çok yanılırlar. Fahri Abi’nin Fransa’ya duyduğu sevginin Türkiye’den aşağı kalır yanı yoktu. Üstüne üstlük Fransa’ya beslediği hayranlık veya daha yerinde bir kavramla, saygı ve belki şükranlık vardı ki, bunu haklı olarak Türkiye’ye karşı pek hissetmiyordu. Her ne kadar 2007’den beri Fransa’nın başına geçen Nicolas Sarkozy isimli (Fahri Abi’nin deyimiyle) “haydut ve soytarı herif” bu saygıya gölge düşürmüş olsa da, Fransa onun için dayanışmacı, laik ve cumhuriyetçi bir ülkeydi. 60 yılı aşkındır kendisinin de bir parçası olduğuna inandığı Fransız toplumuna, insanına güveniyordu. O hem tam bir Türk, hem de tam bir Fransız yurtseverdi. (Kendilerine sevecek yurt bulamayanlar veya yalnızca tek yurt sevilirmiş takıntısıyla iştigal edenler, dertlerine mum yaksınlar!) Zira o özünde çifte kültürlü ve evrenselci gerçek bir dünya vatandaşıydı. Bu nedenle de Fransa’daki “Abi”mizdi.
Fahri abiyle ilk, yaklaşık 35 yıl önce Gaye’nin (Petek) babası olarak karşılaşmıştım. İkinci nesil Türk çocukları arasında hiç tereddütsüz en yüksek mevkilere ulaşmış, Fransız toplumuna verdiği hizmetten ötürü resmen en fazla taltif edilmiş bir kadını yetiştiren bu adam ve eşini yakından tanımam yıllara yayılacaktı. Gaye, Türk kültürü ve göçünden hareketle, Fransız toplumu içinde 40 yıldır sosyal hassasiyetle verdiği eşsiz mücadelesinde temel eğitimi ve angaje bir dünya anlayışını özünde babasından almıştı. Fahri Abi, çağının sorumluluğunu üstlenmiş aktif, siyasi açıdan bilinçli bir bilimadamıydı. Ayrıca bunun için de “Abi”mizdi.
Yetiştirdiği, destek oldukları yalnızca kızı Gaye, eski yardımcısı Profesör Janine Doly, eski asistanı Profesör Ahmet Cıvaş veya öğrencileriyle sınırlı değildi. Yaratıcı katkıları sadece Vietnam gibi yoksullukla boğuşan ülkelerde kurduğu biyo-kimya bölümleri, kanser araştırma üniteleri, kürsüleri gibi çalışmalarla da ölçülemez. Fahri Abi 1950’lerin başında, Paris’te, Nâzım Hikmet’i Türk zindanlarından kurtarmak amacıyla oluşturulan İlerici Jön Türkler Komiteleri’nin de motor gücü, en aktif üyelerindendi. Ölümüne kadar tanınmış sinemacı Yılmaz Güney dahil ilerici sanatçılar, bilim insanları, sıradan bireyler dahil hiç kimseden dayanışmasını, emeğini esirgemedi. Kendi olanaklarının en dar olduğu koşullarda bile icabında başkalarını yedirdi, giydirdi, barındırdı. Kâğıt-kürek formalitelerinden, iş-ev bulmaya yarım yüzyıl kapısını çalan herkese yardımcı oldu. Elbette ardındaki, gölgede kalsa da eşi Neriman Hanım’ın hakkını teslim etmeden geçmeyelim. Fakat özellikle Fahri Abi’nin Fransa’daki varlığı, çok sayıda insan için bir dayanak, bir umut kaynağı olmuştu. Onun için de “Abi”mizdi.
Fahri abi yemeğin, içkinin, her şeyin güzelini, kısacası yaşamayı çok severdi. Kendi eliyle tutup, Normandiya’daki evinin bahçesinde ızgarasını hazırladığı balıklara uygun şarap seçmesi; tek tek ve zevkle açtığı istiridyeleri, deniz ürünlerini yemesi; üreticisinden özel siparişle aldığı şampanyaları içerken veya Normandiya’nın ulusal içkisi Calvados’ları devirirken aldığı keyfi görmek kayda değer anlardı. Etrafındakileri imrendirir, iştahlarını açardı. Maalesef yaşıt dostlarının hemen hemen hepsi ondan önce vefat ettiğinden son yıllarında epeyce yalnızdı. Fakat kendinden gençlerle gayet hoş ve yakın ilişkiler kurar, bitmez tükenmez mizahı, keskin gözü, dobracı dili ve tavrı, yakıcı ve keskin eleştirelliğiyle girdiği her topluluğun anında sevgi ve saygısını kazanırdı. Net bir irade ve birinci derece bilinçli bir biçimde, son nefesine kadar dünya, Fransa, Türkiye güncelliğini, gelişmeleri tükenmez bir heyecan ve sonsuz bir ilgiyle izledi. Asla hayattan kopmadı. Çağından, dünyasından, yaşamından, toplumundan daima sorumlu, örnek bir insandı. Bu yüzden de “Abi”mizdi.
Zoraki eczacılıktan gönüllü bilim insanlığına, zorunlu sürgünden inançlı-angaje dünya vatandaşlığına uzanan 88 yıllık benzersiz hayatıyla bir tanecik “Fahri Abi”mizdi. Duygularıyla sıcacık bir Türk, aklıyla bilinçli bir Fransız olmuştu. Güncele yönelik tercihlerini sağduyusuyla, geleceğe yönelik tercihlerini solduyusuyla kullanırdı. Hayatta düşman gördüğü tek anlayış ve çevre, din ve iman yoluyla insanların inançlarını sömüren; laikliğe, gerçekten demokratik bir cumhuriyete gölge düşürmeye yeltenen her türlü kişi, kuruluş ve ideolojileriydi.
Sevgili Fahri Abi! Babacan ve gür sesin, dost-ağabey uyarı ve tavsiyelerin ömrüm boyu kulaklarımda çınlayacak. Özgür, eşit, aydınlık bir evren, daha güzel bir toplum ve insanlık için verdiğin mücadele bizi de zenginleştirdi, güçlendirdi. Fahri Abim, senin sofranda oturduğum, evinde yattığım, meclisinde bulunduğum, senin kardeşlerin arasında olabildiğim için gurur duyuyorum.
Her şey için teşekkürler…
UĞUR HÜKÜM – PARİS