Ana SayfaARAŞTIRMA/İNCELEMEAvrupa, kirli demokrasi ve derin devlet: Jürgen Roth’un kitabı  

Avrupa, kirli demokrasi ve derin devlet: Jürgen Roth’un kitabı  

Liberal demokrasiden asla taviz vermeyen bir yazar ve onun yeni çalışmasıyla karşı karşıyayız. Demokrasinin yaşlı kıtada daha ne kadar ömrü kaldığını soran, çünkü çok fazla kirlendiğini hatırlatan bir kitap bu: “Kirli Demokrasi”nin kaynaklarını ve açılacağı uçları tarıyor. 

Almanca konuşulan dünyanın önde gelen araştırmacı gazetecilerinden, yakıcı konuları işleyen kitapları “bestseller” listelerinden pek inmeyen Jürgen Roth, ömrünün bir döneminde Türkiye’de yaşamış. Almanya’daki Türk toplumunu da yakından izleyen bu yazar, kısa bir süre önce çıkan kitabında, Avrupa demokrasisinin geleceğine yönelik karamsarlığını gerekçelendiriyor. Jürgen Roth, hep bir demokrasi projesi olarak sunulan Avrupa Birliği’nde (AB) yaşanan “kirli demokrasi” pratiğinden şikayetçi. Nitekim kitabının başlığı da “Schmutzige Demokratie” (Kirli Demokrasi) ve biz, bunun boşuna seçilmediğini, akıcı bir dille kaleme alınmış bu çalışma boyunca yeniden hatırlıyoruz. AB’de bir şeyler çok kötü çöküyor. Korku veren, çünkü tanıdık bir “heyulanın”, yani faşizmin nefesini de ensemizde hissediyoruz. 

Kitap, kapitalist bir ekonomide insani ve demokratik bir toplum yaşatmanın mümkün olup olmadığı sorusu üzerine kurulu. Jürgen Roth, çok sayıda örnek eşliğinde liberal demokrasiyi yaşatmanın çarelerini arıyor, bulduğu çareleri de irdelemeye çalışıyor. Cürüm boyutlarındaki bir servet birikimiyle can yakıcı bir kitlesel yoksulluğun el ele “müreffeh Avrupa”da korkunç bir eşitsizlik duvarı ördüğünü belirtirken, bir Oxfam raporunda hareketle, bunun sadece Almanya ve Avrupa’ya ait bir sorun olmadığını vurguluyor. Örneğin, dünyanın en zengin 62 kişisinin nasıl dünya nüfusunun yarısının mal varlığına denk boyutlarda bir servet yapabildiği sorusuna “göstere göstere” yanıt arıyor. Durum, gerçekten vahim.

DEMOKRAT GAZETECİLER KUŞAĞI

Ünlü 68 çıkışının rüzgârıyla serpilmiş Alman demokrat gazeteciler kuşağının en verimli yazarları arasında yer alan Roth’a göre, Almanya özellikle çok karanlık bir noktaya yaklaşıyor. Duvara toslamak üzere. Bu da normal: Ülkedeki en zengin yüzde 10’luk hanehalkı diliminin toplam servetin yüzde 63’üne konabilmesi, korkunç sonuçlar doğuracak, örneğin yeni faşizmler üretebilecek kadar verimli bir eşitsizlik kaynağı. Özellikle son dönemde yükselen sağ popülizmin temellerine ve yöneldiği hedeflere geniş yer veren yazar, diğerlerinin yanı sıra, Almanya’nın ünlü “karamsar” akademisyenlerinden, 2008 krizini önceden görmesiyle tüm ilgileri üzerinde toplamayı başaran Prof. Dr. Max Otte’nin kriz belirlemelerine de sık sık değiniyor. 

Sonuçta Prof. Otte, krizin kaynaklarıyla ilgili olarak Roth’un uyarılarına zemin hazırlıyor: Toplumun üst katlarında yeni bir “soylular katmanı” oluştuğunu, bunun dünyaya da kendince egemen olduğunu, bu saptamada “komplo falan aranmaması gerektiğini” savunan Otte’ye göre asıl sorun “iktidar yapılarından” kaynaklanıyor. Örneğin servetin az sayıda elde ve korkunç boyutlarda birikmesi, artık şaşırtıcı bir hız kazanmış durumda. 

Jürgen Roth’un, bu tür verilerden hareketle bir vurgusu gerçekten ilginç. Yazar, Avrupa’da yükselen ve AB’nin en büyük merkezlerinde bile iktidar alternatifi haline gelebilen “faşistoid” sağ popülizmin, bu iktidar yapılarının nasıl kırılabileceği konusunda bir açıklama yapmadığını, burada eleştirel bir eğilim bile görülemediğini hatırlatıyor. Eşitsizliğin ve halktaki şikayetlerin kaynağı kabul edilmesi gereken bu gelir adaletsizliğini önlemek için mesela “Alman ulusalcıların” hangi vergi siyasetlerini ve varlık vergilerini önerdikleri bilinmiyor. Yok çünkü. Roth, açıkça, Fransa’daki Front National hariç, sağ popülizmin neoliberal sistemde dizginleri ele geçirmek ve kendi borusunu öttürmek dışında bir endişe taşımadığını kaydediyor. 

Avrupa demokrasisini kirli ilan eden, ilginç ve etkili olacağı sanılan bir “çığlık kitap” karşısındayız. 

Yazar Jürgen Roth, kirli demokrasi coğrafyasında neler olduğunu ve olacağını, Almanya ve Türkiye’nin de yer aldığı günümüz Avrupa’sındaki tehlikeli gelişmeleri yorumladı. 

– Almanya’daki 3 milyon Türkiye kökenli insanın, son dönemde bu ülkede yaşanan sağ popülist patlama karşısında ne gibi bir rolü var? “Öteki” bir halk grubunun bahane olarak kullanıldığı doğrudur. Ama nasıl ve neden? Siz toplumsal sahneyi nasıl görüyorsunuz? 

JÜRGEN ROTH – Burada yaşayan Türkler, Alman sağ popülistlerinin propagandası ve bununla bağlantılı kışkırtmalar için merkezi önemde. Zira Türklerin buradaki varlığı sağ popülistlerin milliyetçi-ırkçı düşüncesine karşı çıkmaktadır. Yabancı kültürler, özellikle de Müslüman iseler, “biyolojik Alman” denilen kesimin kafasındaki resmi bozmaktadır. Burada yaşayan Türkler ve Kürtler, Alman toplumuna ne kadar iyi uyum sağlamış, onunla bütünleşmiş olurlarsa olsunlar, her şeye rağmen popülistler tarafından huzur bozucu bir odak olarak görülürler. Almanya’daki birçok Türk, gerçekten de demokratik liberal Alman toplumuna ulaşabilmiş ve ona entegre olmuştur, ancak bu, yine de birçok Türk’ün Almanya’nın demokratik liberal toplumuna henüz ulaşamadığı, milliyetçi ırkçılığı Alman sağ popülistleri gibi beslediği gerçeğini hiç değiştirmez. Zaten tam da bunlar ırkçı Alman güruh tarafından, yaygınlaşan yabancı korkusunu daha bir kışkırtmak için bahane olarak kullanılıyor. 

SADECE NSU DEĞİL

– Peki, o zaman, özelikle son NSU cinayetleri karşısında, bir AB olgusu olarak derin devletten söz etmek mümkün mü? Yoksa böyle bir niteleme veya saptamayı fazla sert mi bulursunuz? Eğer çok sertse, demokrasi tehlikede değil mi? 

JÜRGEN ROTH – İstihbarat servislerinin doğrudan karıştığı cinayetler sadece açığa çıkan NSU cinayetleri değildir, öncesi de var. Mesela Solingen’de Mayıs 1993’te 5 Türk hemşerimizin hayatını kaybettiği olay gibi, aşırı sağcılar tarafından Türk hemşerilerimize karşı daha önce de  cinayetler işlendi. Derin devletin bir anlamı da devlet organlarının hiçbir demokratik meşruiyet taşımaksızın sağcı terörislerle birlikte çalışmasıdır. NSU olayında kuşkusuz tam da böyle olmuştur ve bugüne dek, özellikle polisteki bazı kesimlerin sağ radikallerin etkinliklerine burada sadece göz yummakla kalmadığı yolunda birçok işaret ortaya çıkmış bulunuyor. 

Derin devlet, Soğuk Savaş sırasında Avrupa’da kesinlikle tehlikeli bir durumdu. Ancak Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra derin devletin Avrupa’da pek bir rol oynamadığını düşünüyordu pek çok kişi. Türkiye/Erdoğan örneğinin bugün de daha hâlâ bir derin devlet ifadesi olup olmadığı sorusunu, bu konuda birçok belirti olmasına rağmen, şimdilik bir kenara bırakalım…

 – Demokratik AB devletlerinde ve Almanya’da kaç tane mafya devleti var? Mafya niteliği taşıyan devletlerden söz ediyoruz. Bunlara göz mü yumuluyor? Siz, AB’de büyük derin devlet benzeri yapılar veya örgütlenmeler olmadığını mı düşünüyorsunuz? Bir başka ifadeyle, derin devlet gerçekten bir ana gövdeye yabancı bir unsur ve bir yabancı sözcük mü Avrupa’da? 

JÜRGEN ROTH – Mafya benzeri devletler mi? Doğu Avrupa’da bazı hükümetler var, bunlar doğrudan veya dolaylı olarak örgütlü suçlarla bağlantılıdır. Kosova, kuşkusuz bir tür mafya devletidir. Macaristan’da hükümeti başkanı Viktor Orban, ki kendisini Hıristiyan Batı’nın kurtarıcısı olarak lanse ediyor, 1990’larda dönemin Rus mafyasının babası konumundaki Semion Mogilevich’ten 1 milyon mark almıştı. Orban’ın içişleri bakanı da, yine 1990’larda aynı Mogilevich tarafından her ay 10 bin markla destekleniyordu. Viktor Orban bugün Macaristan’ın Al Capone’udur. İtalya’da, Berlusconi döneminde, gerek Kalabriyalı Ndrangheta gerekse Sicilyalı Cosa Nostra, devlet mekanizmasının ve iş dünyasının bazı bölümlerine sızmıştı. 

TÜRKLERDEKİ MİLLİYETÇİ EĞİLİM

Eğer biz Türkiye’yi de Avrupa’da sayıyorsak, şu var: AKP vekilleriyle aynı zamanda faşist bozkurtlardan sayılan mafya babası Sedat Peker arasında doğrudan bağlar bulunuyor. Sorun, özellikle bozkurtların burada üçüncü kuşağı yaşayan Türkler arasında gördüğü büyük itibardır. Buna şunu da ekleyebiliriz: Birkaç ay içinde Almanya’da bir tür Türk SA’sı kurulabilmiştir: Şu “Rockerbande” denilen, şiddet kullanan gençlik çetelerinden Osmanen Germania. Bunların AKP’yle, mafya babası Sedat Peker’le, Türk gizli servisi MİT’le doğrudan ilişkileri var. Bu da bir tür klasik derin devlettir. Bunun dışında, bugün Avrupa’da artık bir derin devlet olmadığı kanısındayım. Tüm eksiklerine rağmen, AB bizi bundan koruyor. 

– Derin devlet üzerine kitaplar yazdınız. Bu kavramın Türk ilişkilerinden çıktığını biliyoruz. Ama Avrupa’nın her yerinde böyle örgütler olduğunu da biliyoruz. Yani sadece Almanya’da NSU falan değil… Siz bu ilişkiler ağını nasıl görüyorsunuz? Burada, böyle derin devlet yapılarıyla Avrupa demokrasisi arasında Siyam İkizleri türü bir yaşam pratiği olduğunu söyleyebilir miyiz; böyle bir saptama abartma mı olur? 

JÜRGEN ROTH – Derin devlet, sadece güçlü bir sivil yurttaş toplumunun bulunmadığı yerlerde başarılı olabilir. Demokratik kurumlarla doğrudan bir karşıtlık içindeir, çünkü derin devletin denetimi mümkün değildir. Böyle bakınca, bugün pek öyle Siyam İkizleri türü bir ilişkiden söz edemem. 

Daha önce de söylediğim gibi, derin devlet, Soğuk Savaş’ın bir ürünüydü. Soğuk Savaş sırasında Batılı demokratik devletler, komünistlerin iktidarı almasından, böyle bir iktidar değişiminden korkuyorlardı ve derin devletin kurumlarını bu sözde komünist çabalara karşı kullanıyorlardı. Bugün artık bundan söz etmek pek mümkün değil, bu biliniyor, en azından demokratik Avrupa devletlerinde mümkün değil. Tehdit eden, komünizm değil faşizmdir; malum.  Ancak bu da şunu değiştirmiyor: Güvenlik birimlerinin bazı kesimleri, özellikle istihbarat hizmetleri bağımsızlaşmış durumdadır, kendi kafalarına göre yaşamaya çalışıyorlar ve burada ilke olarak sağ radikal örgütlerle işbirliği yapıyorlar. Bu nedenle, bu istihbarat hizmetlerini demokratik denetime tabi tutmak, bunların bağımsızlaşıp kendi başlarına bir gelişme göstermemelerini sağlamak her zamankinden daha gereklidir. 

DİNCİLER VE IRKÇILAR EL ELE 

– Almanya’da, kökleri Türkiye’de bulunan 3 milyonluk bir insan topluluğu var ve bu insanlar Türkçe konuşuyor. Aslında yoksul bir toplumsal kesim bunlar, belki sefalet içinde yaşamıyorlar, ama temelde yoksullar. Bu çerçevede bakınca, yakıcı bir soru aklımıza takılıyor: Türkçeli böyle bir halk grubu gelecekte büyük toplumsal çalkantıların, çarpıklıkların da bir nedenine dönüşebilir mi? 

JÜRGEN ROTH – Hayır, hiç sanmıyorum; artan ırkçılığa ve Alman halkının bazı kesimlerindeki milliyetçi-ırksal, otoriter düşünceye rağmen, sanmıyorum. Toplumsal çarpıklıklar değildir asıl sorun. Asıl sorun, bozkurtlar (MHP) ile Erdoğan yanlıları (AKP) gibi Avrupa’da veya Almanya ile Avusturya’da, demokratik yönelimli Türklere ve Kürtlere karşı bir hava yaratan ve onları yıldırmaya, ürkütmeye çalışan Türk örgütleridir. Bunların hedefi, kuşkusuz Almanya’da otoriter, İslamcı bir paralel toplum kurmaktır. Ancak bunu başaramayacaklar. 

– Eğer böyle giderse demokrasi patlayıp havaya mı uçacak, kendi içine mi çökecek, yoksa öylece sönümlenerek ölüp gidecek mi? Avrupa demokrasisinin geleceğini bir politik yazar olarak nasıl görüyorsunuz? Gerçi kitabınızda karamsar bir izlenim bırakıyorsunuz, ama belki de Almanya’daki Türklerle ilgili olarak daha iyimser bir görüşünüz vardır?

JÜRGEN ROTH – Bir kere Avrupa’da liberal, çokkültürlü bir demokrasinin alternatifi bulunmuyor. Daha başka bir şey, faşist bir sistem olurdu, tıpkı maalesef Macaristan’da veya şimdilerde Türkiye’de yaşamak zorunda olduğumuz gibi. Ayrıca, şu da var: Demokrasi, eğer yurttaşlar otoriter ve halkı baştan çıkartan dolandırıcılara karşı birlikte şiddetli bir direnç göstermezse, kendi içine çöker ve sönümlenir, ölür gider. Çünkü bir şey kesin: Tüm sağ popülist ve/veya milliyetçi-otoriter partiler, güçlü nüfuza sahip iş dünyası kliklerini temsil ediyordu. Neoliberal ekonomik sistemi korumak ve bunu antidemokratik önlemlerle yapmak istiyorlar. Hepsi şimdiye kadar yoğun bir yolsuzluk ve rüşvete yaslanmaktadır, nitelikleri budur ve örgütlü suç merkezleriyle, yani mafyayla bağlantılıdırlar. Böyle bakınca, burada yaşayan demokratik Türkler ve Kürtler, işin demokrasinin sönümlenmesi noktasına varmaması için bir garantidir. 

– Erdoğan türü bir “despotizmle” Merkel-Gabriel türü bir “kirli demokrasi” arasındaki ilişkileri nasıl düşünüyorsunuz? Nereye gidiyoruz sizce? 

JÜRGEN ROTH – Aslında burada herhangi bir ilişki olması mümkün değil, çünkü Merkel ve Gabriel’in ilan ettikleri demokratik değerler Erdoğan’ın despotik rejimiyle çok açık bir karşıtlık içinde bulunuyor. Öte yandan, federal hükümet sığınmacılar sorunu nedeniyle maalesef şantaja açık bir hale geldi ve demokratik değerler olsun bunların aktif biçimde korunması olsun, arka plana düştü. Malum, buna reel politika deniyor. Sadece federal hükümetin, sonunda Erdoğan hükümetiyle siyasal-kriminel-İslamcı bir imparatorluğun bağlantılı olduğunu, bu imparatorluğun da Avrupa değerleriyle yakından uzaktan uyumlu olmadığını kamuoyuna ilan edeceği umudunu taşıyorum. 

ERDOĞAN’IN ŞANSI

– Yıllardır Türkiye’yi de burada yaşayan Türkiye kökenli insanları da yakından izliyorsunuz. Sorumuz şu: Ankara’daki bir İslamcı hükümet nasıl Almanya’daki bu 3 milyon insanı kendi emelleri için oyuncak edebilir? Alman siyaseti, Alman siyaset sınıfı ve Alman çoğunluk toplumu buna nasıl bir tepki gösteriyor? 

JÜRGEN ROTH – Ben, Erdoğan’ın Almanya’da 3 milyon Türk kökenli hemşerimizi kendi amaçları için kullanabileceğine inanmıyorum, en fazla belli bir kesimi kullanabilir. Gerçek şu ki, burada yaşayan Türklerin birçoğu maalesef çok otoriter ve milliyetçi-ırkçı bir fikrisabit içinde, dolayısıyla farklılıklara dayalı demokratik bir kültürle yoğun sorunları var. Bu insanlar Alman çoğunluk toplumunca da kabullenilmezse, bu insanların Erdoğan gibi  megaloman düşünceleri somut politikaya uyarlayan otoriter, İslamcı siyasetçiler tarafından kullanılma tehlikesi ortaya çıkıyor. Milliyetçi, otoriter megalomaninin büyüsüne kapılıyorlar. Bu, her gün tükettikleri Türk medyasının ateşlediği bir büyüdür. Alman siyaseti, Alman siyaset sınıfı ve Alman çoğunluk toplumu, bu insanlara, şimdiye kadarkinden çok daha açık bir şekilde, gerçi Alman kültürüne değil, ama demokratik anayasaya kayıtsız şartsız boyun eğmek zorunda olduklarını ihsas etmeli, anlatmalıdır. 

– Sadece sıradan işçiler değil, yıllardır, Türkiye kökenli ve Almancalı bir “inteligentsia” da var burada. Kabare, sinema, edebiyat, sahne sanatları, gazetecilik… Siz bu alandaki yeni aydınları ve bunların Alman kültür ve yaşam dünyasındaki etkilerini nasıl görüyorsunuz? 

JÜRGEN ROTH – Sözünü ettiğiniz “inteligentsia”, tartışmasız, on yıllardır Alman kültürünün en önemli bir zenginliğidir. O inteligentsia olmasaydı, bir yurttaşlar sivil toplumu da olamazdı. Yani biz, burada ve Avrupa’daki liberal demokratik toplum için mücadelede bu “inteligentsia”ya bağımlıyız. O olmasaydı eğer, ki bundan eminim, Almanya’da ortalık çok daha karanlık bir görünüm arz edecekti. 

 

SOSYAL MEDYA

DUYURULAR